top of page
Writer's pictureElvan Erdem

AŞKIN TUTSAĞI

Dostumu bir hastane odasında, bembeyaz çarşaf ve pikeler serilmiş bir yatakta, en az onlar kadar beyaz, kireç bir yüzle bulduğumda ne kadar şaşırdığımı ve üzüldüğümü anlatamam. Ellerini tuttuğumda buz gibiydi. Acaba ölmüş olabilir mi, diye aklımdan geçirmeden edemedim. Nabzını kontrol etmek için tam bileğini tutmuştum ki içeri giren hemşirenin sesiyle irkildim. Ne yapmak istediğimi anlamıştı.


“Korkma, iyi durumda; buraya geldiğinde perişan bir haldeydi.”

Hemşirenin açık sözlü tavrı, beni cesaretlendirmişti. “Ona ne oldu?” diye sordum.

Soruma soruyla karşılık verdi.

“Sen nesi oluyorsun?”

“Arkadaşıyım,” dedim, “Ev arkadaşı.”

Şaşırarak yüzüme baktı. “Ve ona ne olduğunu bilmiyorsun.”

Ben, “Hayır, bilmiyorum…” diye tam savunmaya geçiyordum ki beni kaba bir şekilde susturdu.

“Bunu bana anlatarak hiç çeneni yorma! Az sonra bir polis memuru gelecek, ona anlatırsın.”

Çenemi kapadım. Arkadaşımın beyaz ince parmakları elimde, düşüncelere daldım.


En son onu birkaç hafta önce görmüştüm. Eşyalarını bir çantaya sıkıştırıyordu. Ne yaptığını sorduğumda, “Nazlı, ben Adana’ya annemin yanına gidiyorum,” demişti. “Hayrola İpek, her şey yolundadır inşallah, “dediğimde “Sadece özledim,” diye cevap vermişti.

Şimdi için için kendimi suçluyordum. Daha çok kurcalamalıydım. Fakat ofiste çok yorucu bir gün geçirmiştim. Aklı bir gidip bir gelen yarı deli kadın müvekkilim, beni haddinden fazla yormuştu.


Bu sırada kapı açıldı. İçeri genç bir polis memuru girdi. Yanında, adının Emine olduğunu öğrendiğim, az önceki asık suratlı hemşire vardı. Polis, ifade vermem gerektiğini ve beni en yakın karakola götüreceğini söyleyince istemeyerek arkadaşımın yanından ayrıldım.

Polis memuru, beni karakolda küçük ve kasvetli bir odanın içine soktu. Daha odayı incelemeye vakit bulamadan, sivil kıyafetli orta yaşlı bir adam içeri girdi. Soruşturma amiri olduğunu öğrendiğim adam, beni alttan bakışlarla baştan ayağa süzdükten sonra, oturmam için bir koltuğu işaret etti. Kendini de karşımdaki koltuğa attı. Rahat bir şekilde bacaklarını açarak koltukta kaykılır vaziyette oturdu. Bakışlarından ve tavırlarından hiç hoşlanmadım. Doğrudan konuya girdi.

“Anlat bakalım, onu en son sen görmüş olmalısın.”

Tedirgin oldum, hiç suçum olmadığı halde kendimi suçlu gibi hissediyordum.

“En son ben mi gördüm, bilmiyorum.”

“Ev arkadaşı değil misiniz? Ayrıca ikiniz de avukatmışsınız.”

“Evet,” derken kekelememe engel olamadım.

“Anlat,” dedi.

“O gece eve geldiğimde…”

Sözümü kesti.

“Yani 3 Şubat gecesi.”

Bugünün tarihini aklımdan geçirip “Evet, en son İpek’i o gece gördüm. Eşyalarını hazırlıyordu. ‘Annemi özledim, Adana’ya gidiyorum,’” dedi.

Yüzüme şüpheli şüpheli baktı.

“Eee sen ne dedin?”

“Ne diyebilirim ki? İyi yolculuklar,” diledim.

“Sadece bu kadar mı?”

“Tamam, kabul ediyorum, çok yorgundum. Üstüne düşmedim. Sonra yattım.”

Tek kaşını kaldırıp “Yattın?” dedi soru sorarcasına.

“Dedim ya, çok yorucu bir gündü…”

Sözümü kesti.

“Hanımefendi, neler olduğunu biliyor musunuz?”

Ürkmüştüm, ayrıca canım da çok sıkılmıştı.

“Gerçekten ben hiçbir şey bilmiyorum.”

“O halde dinleyin beni şimdi. Arkadaşınız evden çıktığı gece, yani 3 Şubat gecesinden iki hafta sonra, evinizden az ötede bir kaldırımda, boylu boyunca yatarken bulundu. Hastaneye getirildiğinde sayıklıyordu. Dayak yemişti. Öyle böyle değil, öldüresiye.”

Çok şaşkındım, ne diyeceğimi bilemedim. Yine kekelemeye başladım. Böyle tedirgin oldukça suçlu gibi göründüğümü düşünüyordum; ama sakin kalamıyordum bir türlü.

“Yemin ediyorum, hiçbir şey bilmiyorum. İpek bir şey dedi mi?”

“Olay anını hatırlamadığını söylüyor.”

Karakoldan çıktığımda, elim ayağım titriyordu. Kafam karmakarışıktı. Yıllardır birlikte yaşadığım sevgili dostumun başına neler geldiğini, bet suratlı bir polis memurundan öğreniyordum. Kafam bir dünya, sokaklarda amaçsız bir şekilde dolaştıktan sonra ilk gördüğüm çay bahçesine yürüdüm. Bir anda ne kadar acıktığımı ve susadığımı fark ettim. Gözüme kestirdiğim simitçiden bir simit aldım, çay bahçesine oturup duble çay söyledim. Karnımı doyurup üstüne de kahve içtikten sonra düşünmeye başladım.

Soruşturma amiri, “Son zamanlarda, arkadaşınızda garip bir şeyler, gözlemlediniz mi?” diye sormuştu. Yalnızca dudak bükmekle yetinmiştim. Ama zihnim bana oyunlar oynamıyorsa buradan ayrılmadan önce, dalgın ve endişeliydi. Ofiste son bir haftadır neredeyse hep yalnızdım. “Kızım, senin hiç işin yok mu, neden gelmiyorsun?” diye sorduğumda “Tüm dosyalarımı çalıştım,” yanıtını almıştım, iki kez. Hatta yalnız çalışmaktan sıkılmaya başlamıştım. Dosyaların arasından aynı anda başımızı kaldırıp arkadaşımla gülüşmeyi, onunla laflamayı özlemiştim. “Ne aptalım ben,” diye kendi kendime söylendim. Belirtiler ayan beyan ortadaymış işte.

İyi de ne olmuştu, bu son hafta? Erkek arkadaşıyla arası gayet iyiydi. “Adana’ya annemin yanına gidiyorum,” dediği geceden birkaç gün önce, onları evde romantik bir müzik eşliğinde dans ederken yakalamıştım. Çok mutlulardı, onlara bakıp yalnızlığıma hayıflanmıştım.

“Hay aksi!” dedim, birden. “Kıvanç tabii, nasıl düşünemem!”

Hemen onu aradım.


“Alo?” diyen sesi oldukça sakindi. Kötü haberi verip vermemekte bir an tereddüt ettim. O, yine aynı sakinlikte devam etti.

“Kendini yorma, biliyorum her şeyi.”

“Ee?” dedim, sabırsızca.

Kendini cevap vermek zorunda hisseder gibi yanıtladı.

“Hastaneye gittim merak etme; ama baygın yatıyordu, bir şey konuşamadık.”

Öfkemi zor tutuyordum. Yine de sesimin sitemle çıkmasına engel olamadım.

“Allah aşkına Kıvanç! Bana tüm söyleyeceğin bu mu?”

“Ne diyebilirim ki?”

“Peki,” dedim, sakin kalmaya çalışarak. “Şuradan başlayalım, İpek’in başına gelenlerden bana neden bahsetmedin?”

“Bilmiyorum, o panikle aklıma gelmedi. Onu öyle bulanlar, çantasındaki telefondan en son beni aradığını görünce ilk benim haberim oldu, doğal olarak.”

“Tamam anladık, beni neden aramadın?”

“Bilmiyorum, şoktaydım işte, anlasana.”

Küfretmemek için bir şey söylemeden telefonu suratına kapadım.

Bu da ne demekti şimdi, neler oluyordu?

Kıvanç, ilgisiz ve korkmuş görünüyordu. Ayrıca özellikle benim duymamı istememiş gibi hissediyordum. İyi de neden, neden?

Hastaneye gitmeye karar verdim. İpek’in ailesinin bu durumdan haberi var mıydı? Belki oradaki hemşireler, bana bu konuda yardımcı olabilirdi. Kızın ailesinin yüreğine indirmeden önce bunu bilmeliydim.


Hastaneye gelip İpek’in odasına girdiğimde, arkadaşımın odasında daha önce hiç görmediğim genç, sarışın bir kadına rastladım. “Merhaba,” bile demeden “Siz kimsiniz, ne arıyorsunuz burada?” diye sordum. Bana, “İpek’in arkadaşıyım, adım Aynur,” dedi. “Böyle bir arkadaştan bana hiç bahsetmedi,” deyip yüzüne kuşkuyla baktım. “Adana’dan çocukluk arkadaşıyım. Tesadüfen Ankarada’ydım. Gelmişken görmek istedim. Onu arayınca bir hemşire açtı telefonu. Sonra merak edip geldim,” dedi.

Anlattıklarına inanmamıştım; ama bu sırada bir doktor, yanında bir hemşireyle içeri girdi. İpek’i muayene ettikten sonra, arkadaşımın durumunun iyi olduğunu, birkaç güne kalmaz taburcu edeceklerini söyledi. Dikkatim, doktora kaydığı sırada, odadaki kadın gitmişti. Koşarak koridora çıktım; ama onu kaçırmıştım. Odaya tekrar girdiğimde, doktor gitmişti. Hemşireye bu kadını daha önce görüp görmediğini sordum. “İlk kez yanınızda gördüm, yakınınız olduğunu düşündüm, bir sorun mu var?” diye sorunca “Bilmiyorum” anlamında başımı salladım. Hemşire, beni garip bakışlarla süzdükten sonra dışarı çıktı.

Arkadaşım kıpırtısız bir şekilde yatıyordu. Birkaç kez ona seslendim, hiç tepki vermedi. Bir süre yanında sessizce bekledim. Odaya, Emine Hemşire girdi. “Uzun süreden beri uyuyor, normal mi?” diye sordum. Onu kontrol ettikten sonra, bana döndü.

“Aldığı ilaçlar onu uyutuyor, hayati tehlikesi yok. Sadece çok hırpalanmış.”

“Ailesinin haberi var mı?”

“Hayır yok.”

“İyi de nasıl olur!” diye itiraz edecekken İpek’in kendine geldiği sırada, annesinin kalp

hastası olduğunu, ailesinden kimseye haber verilmemesi konusunda ısrar ettiğini söyledi.

“Sadece sizi aramamı istedi.”

Sustum. Hemşire tam çıkacakken birden aklıma gelmiş gibi yaparak “İki saat kadar önce burada, Aynur isminde sarışın bir kadın vardı,” dedim.

Şaşırarak arkasını döndü.

“Böyle bir kadını siz de gördünüz mü?”

“Sizden başka kimseyi görmedim.”

“Eğer yine gelirse bana bildirebilir misiniz?”

Suratını asarak gönülsüz bir şekilde “Olur,” deyip kapıdan çıktı.


Bütün geceyi arkadaşımın yanında geçirdim. Uykuyla uyanıklık arasında geçen saatlerde, Aynur adındaki genç kadının tuhaf bakışları, polis müfettişi, Kıvanç, İpek, zihnimde geçit töreni yaptılar. İpek’in sayıklamalarını duyduğumda, yine bir kabusun ortasında olduğumu düşündüm; ama gerçekti. İpek, gözleri yarı açık sayıklıyordu. Hemen yanına gittim.

“Canım, söyle bana ne istiyorsun?”

Arkadaşım, hepten gözlerini açtı. Yüzü gözü morluklar içindeydi. Gözlerinin içinin kan çanağına döndüğünü, ancak gözlerini açınca fark edebildim.

“Kim yaptı sana bu kötülüğü hatırlıyor musun?”

“Bilmiyorum, Nazlı.”

Sesinden çok bitkin olduğu anlaşılıyordu.

“Tamam, yorma kendini.”

Zorlukla konuştu.

“Annemin haberi yok değil mi?”

“Yok, merak etme; annene haber vermedim. Hemşireleri tembihlemişsin. Ama hiç olmazsa dayına…”

Elini kaldırarak itiraz etti. Kısık bir sesle, “Olmaz, o ağzını tutamaz,” dedi.

“Tamam, endişelenme. Yanında hep ben olacağım. Buradan birlikte evimize gideceğiz.”

Zayıf elleriyle elimi sıktı. Sonra yüzü birden endişeyle gerildi.

“Buraya o kadın geldi.”

“Kim?”

Yüzünü buruşturdu, “Aman Yarabbim!” diye inledi.

“Seni dün ziyarete gelen kadın mı?”

“Evet, onu gördün mü?”

“Gördüm, adının Aynur olduğunu söyledi.”

“Ta kendisi!” diyerek iç geçirdi.

“Bana Adana’dan çocukluk arkadaşın olduğunu söyledi.”

“Pis yalancı!”

“İpek, bana neler olduğunu anlatacak mısın?”

Canı yanar gibi doğrulmaya çalıştı. Ona yardım ettim. Arkasını iki yastıkla destekleyip rahat bir şekilde oturmasını sağladım. Bir sandalye çekip arkadaşımın yanına sokuldum.

“Arkadaşım, biliyorum çok bitkinsin; ama kendini zorla ne olur, anlat bana. Bu kadını nereden tanıyorsun?”

“Anlatamam,” derken sesi titriyordu.

“Peki ama neden?”

“Bana çok kızacaksın.”

“Bunu nasıl söylersin İpek? Az kalsın ölüyordun, dünyanın en fena şeyini de yapsan bu durumda sana kızabilir miyim hiç?”

Bu sırada, Emine Hemşire odaya girdi. “Tam sırasıydı, şimdi!” diye içimden söylendim.

Hemşire, bana bakmadan İpek’in yanına gitti.

“Uyanmışsın ha? Bugün daha iyi görünüyorsun,” diyerek kolundaki serumu kontrol etti. Tansiyonunu da ölçtükten sonra, bana tek kelime etmeden dışarı çıktı.

“Tamam, devam et İpek, lütfen.”

“O kadın, Kıvanç’ın karısı.”

“Ne!”

“Yemin ediyorum, bilmiyordum Nazlı. Daha birkaç hafta önce öğrendim.”

Kafamın içine bomba atılmış gibiydi, darmadağın oldum. Zihnim olanları çabuk çabuk birleştirmeye çalışıyordu; ama hiçbir şekilde birbirlerine bağlanmıyorlardı.

Soru sormadan onu dinlemeye karar verdim.

“İpek, bana her şeyi anlat; şu andan itibaren avukatın benim. Lütfen hiçbir şeyi atlama.”

“Sen de biliyorsun, onunla yaklaşık bir yıldır beraberiz. Hiç ama hiç şüphelenmedim. Geceleri, bizim evde çok nadir kalırdı; ama ben, iki genç kadına saygısından böyle yaptığını düşündüm hep. Ayrıca sen de şüphelenmedin değil mi?”

Sorusunu cevaplamadım, anlatmaya devam etti.

“Bir ya da bir buçuk ay önce izlendiğim şüphesine kapıldım. Kafamı döndürdüğüm anda, saklanan bazı karaltılar görüyordum sanki. Arabayla giderken de hep arkamdan düzenli takip eden bir araba oluyordu.”

Sessizlik yemini mi bozarak sordum.

“Gördüğün kişileri ya da arabaları hatırlıyor musun?”

“Bu kadını soruyorsan onu hiç görmedim, gördüklerim erkekti; esmer olmaları dışında, yüzlerini hiç hatırlamıyorum. Ama dur bir dakika! Bu kadını ilk kez bizim ofisin bulunduğu sokakta görmüştüm. Şimdi hatırlamam, ne tuhaf değil mi?”

“Peki, arkandan arabayla gelen kişi ya da kişileri gördün mü? Ya da arabanın markasını, plakasını falan, herhangi bir şey.”

“Arabaların markaları, renkleri değişiyordu. Plakalara hiç bakmadım. Aslına bakarsan şu an bile izlendiğimden emin değilim, bir his işte.”

“Bizim sokakta, bu kadını, Aynur’u, gördüğünü söyledin; tuhaf bir şey dikkatini çekti mi, seninle konuşmaya falan çalıştı mı?”

“Hayır, ama beni süzdüğünü düşündüm. Kıvanç’ın karısı, beni merak etmiş olmalı.”

“Şimdi anlat bakalım! Bu Kıvanç pisliği, bunca zamana kadar sana neden yalan söylemiş?”

“Beni kaybetmemek için bir şey söyleyememiş. Aylar geçtikçe bu yalanlarla yaşayamayacağını anlamış. Beş yıldır evlilermiş, çocukları olmamış. Karısını hiç sevmemiş. Aileler uzaktan akrabaymış. İki zengin ailenin yaptığı bir iş anlaşması olarak tanımlamıştı evliliğini.”

Sıkıntıyla iç geçirdim. Susacaktım; ama dilimden dökülen kelimelere engel olamadım.

“İpek’cim seni yargılamak istemem; ama gerçekleri öğrenmene rağmen neden devam ettin?”

Yüzü ağlamaklı oldu. Şikayet eder gibi konuştu.

“Ona aşığım Nazlı, hala da öyle. Tabii çok kızdım, kavga ettik günlerce. Sana belli etmemek için neler yaptım bilemezsin.”

“Neden saklamak istedin ki benden?”

“Utandım Nazlı, önce kendi zayıflığımdan utandım; senin de bunları duyup benden utanmandan korktum. Ayrıca…”

Burada sözünü kestim, “Ayrıca seni ayrılmaya zorlayacağımı düşündün.”

Arkadaşım, utanarak boynunu büktü.

“Boşanacağım, bekle dedi. İkna etti beni. İşte bu süreci de beklerken başıma bunlar geldi. “

“Kıvanç, karısına boşanma davası açmış mı?”

“Sanmam, önce karısını ayrılığa ikna edecekti.”

Biraz sessiz kaldım. Aklımdan geçeni arkadaşıma sordum.

“Neden memlekete gitmeye karar verdin?”

İpek, utanç ve endişeyle gözlerime baktı.

“Memlekete gitmiyordum, bize bir ev tutmuştu.”

Canım çok sıkılmıştı. Ailemden bile daha çok değer verdiğim arkadaşım, bir it yüzünden beni terk ediyordu.

İpek, birden boynuma sarıldı.

“Canım arkadaşım, ne olur bana kızma! Bu aşk beni aptal etti. Önce kesinlikle kabul etmedim. Ama onun ne kadar…” Burada sustu.

Devamını ben getirdim.

“Ne kadar manipülatif ve narsist biri olduğunu da biliyorum. Ayrıca birbirimizden hiçbir zaman hoşlanmadık.”

İpek, ellerimle oynarken gözlerini utançla kaldırdı.

“Beni affettin mi arkadaşım?”

“Hayır!” dedim, kesin bir dille.

Ellerimi bıraktı, gözleri dolu dolu oldu.

“Ancak onu terk edersen!”

İpek cevap vermedi.

“Görmüyor musun İpek, adam büyük yalancı. Ayrıca aile olarak çok tehlikeliler. Az daha ölüyordun. Seni büyük ihtimalle aileden birileri dövdü. Kadının akrabalarından birileri olmalı. Senin gözünü korkutup Kıvanç’ı bırakmanı istiyorlar. Sana saldıranları hatırlıyor musun?

“Hiç hatırlamıyorum biliyor musun? Kaba saba sözler işittim sadece, birkaç kişi olmalılar.”


Arkadaşımla iki gün daha hastanede kaldıktan sonra eve döndük. Bu sırada Kıvanç, sırra kadem basmıştı. Ne hastaneye ne eve gelmiş, telefon bile etmemişti.

İpek, kendini aldatılmış, terk edilmiş ve her şeyden çok aptal hissediyordu. Gururu kırılmıştı ve derin bir depresyondaydı. İşe gelmiyordu. Evde bütün gün yatıp uyuyordu. Polisler Kıvanç’ı ve karısını bulamamışlardı. Ayrıca İpek’e saldıran kişilerin kim olduğuna dair bir ip ucu da yoktu. İpek, bunların hiçbiriyle ilgilenmiyordu. Kendini bu dünyadan soyutlamış, uykunun huzurlu dünyasına atmıştı.

İşin peşindeydim, sürekli karakola gidiyor, herhangi bir gelişme olup olmadığını soruyordum. Aradan haftalar geçmesine rağmen kayda değer hiçbir şey olmamıştı.

***


İpek, günler sonra depresyon uykusundan uyanıp anlatmaya başladı.

“Memlekete hiç gitmedim. Kıvanç, bana ev tutmuştu. Hamileydim.”

Bunu söylerken gözlerini utançla yere eğdi.

“Bana nasıl söylemezsin İpek? Ben o kadar korkunç biri miyim? Kıvanç’tan daha kötü olamam herhalde.”

“Kendimi hiç olmak istemediğim şekillerde görüyordum Nazlı. Kendimle bile yüzleşemezken sana ne diyebilirdim?”

Bunu söyledikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

O an kendime çok kızdım. İçimden, “Sürekli kızı yargılarsan nasıl anlatabilir ki?” diye geçirdim. Bu defa gerçekten susmaya karar verdim. Onu yatıştırmaya çalıştım.

“Tamam canım, affedersin. Ne olur devam et, seni anlıyorum ve çok seviyorum, inan bana.”

Minnetle bana baktı. Burnunun çekerek devam etti.

“Gerçekleri öğrendikten sonra, çocuğu aldırmak istedim. Kıvanç, ısrarla karşı çıktı. ‘Çocuğu doğur, her şeyi yoluna sokacağım,’ dedi. Sonra bir gün karısı geldi.”

“Demek daha önce gördün onu.”

Sözünün burasında durdu. Eli ayağı titremeye başladı. Yalanının üstüne gitmedim, ona sarıldım, güven vermeye çalıştım.

“Çok utanmıştım, tam af dileyecekken ‘Çocuğu bize vereceksin,’” dedi.

“Duyduklarıma inanamıyordum. Hemen Kıvanç’a döndüm. Kadına haddini bildirmesini bekliyordum. Ama o susuyordu Nazlı, hiçbir şey söylemiyordu.”

“Aynur, ‘Bizim çocuğumuz olmuyor; çocuğu doğur, ver bize. Hayatın boyunca lüks içinde yaşayacaksın,’ dedi. Anlıyor musun her şey ayarlanmış.”

“Aman Allah’ım bu çok korkunç!”

“Evden birlikte çıktık. Kıvanç, hala tek kelime konuşmuyordu. Dışarı çıktığımızda onlardan tam ayrılacakken Kıvanç, kolumu tutup beni zorla arabaya bindirdi. Aynur, şoför koltuğuna bindi. Arabayı o kullanıyordu. Arkada Kıvanç’a ‘Neler oluyor, beni nereye götürüyorsunuz, ayrıca daha ne kadar susacaksın?’ diye sordum. ‘Sadece biraz bekle,’ dedi. Hala umut ediyordum, Kıvanç’ın bir bildiği vardır diye düşünüyordum. Ne kadar salağım!”

Şaşkınlıktan neredeyse dilimi yutacaktım. Duygularımı gizlemekte zorlanıyordum; ama ona tepki gösterirsem yeni yalanlar uyduracağından çekiniyordum. Yüzümün ifadesini değiştirmeden ona gözlerimle cesaret vermeye çalıştım. Konuşmasına devam etti.

“Beni lüks bir villaya götürdüler. Bir odaya kapatıp üstüme kilidi vurdular. Yukarıdan bulunduğum odaya, asansörle yemek geliyordu. Onlar aramadıktan sonra kesinlikle iletişim kuramıyordum. Şaşkın, öfkeli ve çok mutsuzdum. İki gün böyle geçti, düşünebiliyor musun Nazlı? Aklımı kaçıracağımı sandım. Sonra bir gece Kıvanç’la Aynur odama girdiler. Öfkeyle Kıvanç’ın üstüne atladım. ‘Ne aşağılık bir herifsin sen! Bunu bana nasıl yapabilirsin?’ diye çığlık çığlığa bağırdım. Beni sertçe yerime oturttu. Aynur dedi ki ‘Çocuk doğana kadar burada kalacaksın, her ihtiyacın karşılanacak. Yalnız o ev arkadaşını ve aileni arayıp Kıvanç’la dünya turuna çıktığını söyleyeceksin. Onları düzenli olarak arayıp buna inandıracaksın. Bu aramalarında, biz hep yanında olacağız. Yanlış bir şey yaparsan bebek de sen de öleceksin. Sözümüzü uslu bir çocuk gibi dinlersen buradan çok zengin bir kadın olarak çıkacaksın.’”

İpek, bunları anlatırken benden daha soğukkanlıydı. Bense duyduğum her şeyde yeni bir şok yaşıyor, dudaklarımı kemiriyordum. Konuşmaya devam etmesi için sürekli onu başımla onaylıyordum.

“Orada tutsak tutulduğum iki hafta boyunca her gün yalvardım. Uyanayım ve uyandığımda tüm bunlar yalnızca bir kabus olsun. Şimdi bile bazen yaşadıklarım gerçekmiş gibi gelmiyor.”

İpek’in gözlerinden süzülen yaşları silerken “Peki oradan nasıl kurtuldun?” diye sordum. Ve bu süre boyunca arkadaşımı aramadığım için büyük pişmanlık duydum. Bunu ona söylediğimde, “Arasan da telefon hep onlardaydı, yanlarında konuşup yalan söyleyecektim sana,” dedi. Annesi ve dayısıyla da onların yanında konuştuğunu söyledi. “Eğer kaçmayı başaramasaydım seni de arayacaklardı. Çocuk olana kadar birilerinin peşimize düşmesini engellemeye çalışıyorlardı.”

“Peki, nasıl kaçabildin?” diye sorumu yineledim.

“Hiç ummadığım bir şey oldu. O gece, odamdan çıkarlarken Kıvanç’la Aynur tartışmaya başladı. Konuşmalarından bir şey anlamadım. Aralarında şifreli konuşuyorlardı. Aynur, Kıvanç’a laf yetiştirirken kapıyı kilitlemeyi unuttu. Üst kata odalarına çıktılar. Hala tartışma seslerini duyabiliyordum. Bir süre bekledim. Evin uşağı ve hizmetçileri yatmıştı. Evi bekleyen biri var mıydı, bilmiyorum. Kimseye yakalanmamak için sürekli dua ettim. Ayakkabılarımı bile giymeden bulduğum yumuşak terlikleri ayağıma geçirdim. Dışarısı, oldukça serindi ve zifiri karanlıktı. Koşmaya başladım. Uzun bir süre koştuğumu hatırlıyorum. Tam ümidimi kesmiştim ki karşıma bir ana cadde çıktı. Önümden geçen ilk arabayı durdurdum. Allahtan karşıma anlayışlı biri çıktı. Bana kuşkuyla baktı, sorular sordu; ama benden bir cevap alamayınca üstüme gitmedi. Bir otelin önünde durdurdum. Geceyi otelde geçirip hemen bir hastaneye koştum. Düşünebiliyor musun, bebeğimden bir canavardan kurtuluyormuşçasına kurtuldum. Tansiyonum çok düşük olduğu için akşama kadar tuttular beni. Sonra eve gelmeye çalıştım. Gerisini biliyorsun. Birileri bana saldırdı. Mutlaka onların adamlarıdır.”

“Neden beni aramadın?”

“Bilmiyorum, narkozun etkisindeydim. Eve çok yakın bir hastanedeydim. Gelip öyle anlatırım, diye düşündüm. Gelemedim.”

Bunu dedikten sonra, bir kedi gibi kıvrılıp başını dizlerime koydu.

“Aynur neden gelmiş olabilir hastaneye?”

“Beni öldürmek için gelmiştir. Bebeği aldırdığımı duyunca çılgına dönmüştür.”

Oturduğum yerden kalktım. Arkadaşımın başını nazikçe divana koydum. “Sen dinlen biraz, ben az sonra geleceğim,” diyerek evden çıktım.

Arkamdan, “Ne olur geç kalma, evde yalnız kalmak beni korkutuyor,” diye seslendi.


Bir saat sonra evdeydim. İpek, elinde çay fincanı, bıraktığım yerdeydi. Karşısına bir sandalye çekip oturdum. Tedirgin olmuştu. Şaşırarak yüzüme baktı.

“Yine ne oldu?”

“Aynur, hastaneye neden geldi İpek?”

“Dedim ya, bebeği aldırdığım için beni öldürecekti, aşağılık kadın!”

“Hayır, karnındaki bebek için geldi.”

İpek, şüpheyle gözlerime baktı.

“Sen ne söylüyorsun?”

“Aldırmadın İpek. Az önce hastaneye gittim. Bebekten kimsenin haberi olmasın istemişsin. Durumun acil olduğunu söyleyerek onları ikna ettim.”

“Çok utanıyorum,” dedi.

Sessiz kaldım, hesap sormak zaman kaybıydı. Bana gerçeği anlatmamasının bir sebebi vardı ve ben bunu, onu ürkütmeden öğrenmek zorundaydım. Sakin konuşmaya çalıştım.

“Önce bebeği aldırdığını düşünerek muhtemelen kadın, sana kin biledi; akrabalarına dövdürttü. Seni çok hırpalamışlar; ama mucize eseri bebeğe bir şey olmamış. Aynur da bunu öğrenmiş olmalı. Sonuna kadar bu yalanı sürdürdüğüne göre bir planın var, öyle değil mi?”

Nazlı, şaşkın ve endişeliydi.

“Gittim hastaneye Nazlı. Aldıracaktım. Kıvanç aradı. Her şeyin oyun olduğunu, bebeği aldırmamamı, karısından kurtulmak için böyle davrandığını söyledi.”

“Ve sen inandın.”

“Hayır, ama bahanem oldu. Bebeğim yaşasın istedim. Hamile olduğum ve gerçekten iyi hissetmediğim için beni hastanede uzun süre tuttular. Fakat Kıvanç’a aldırdım, dedim. Yoksa sokak ortasında saldırmazlardı bana.”

“Bana hala yalan söylüyorsun.”

“Bebeğimi istiyorum.”

“Buna engel olacağımı da nereden çıkardın?”

“Sana söyleyemezdim.”

“Neden?”

“Çünkü Kıvanç, “Söyleme,’ dedi.”

İpek, gözlerini gözlerimden kaçırdı.

“Ona hala nasıl güvenebiliyorsun, anlamıyorum.”

Öfkeyle başını kaldırıp çivit mavisi gözlerini, tekrar gözlerime dikti. Ama bu defa bana meydan okur gibi bakıyordu.

“Çünkü Kıvanç’a aşığım. Onun bebeğini istiyorum. Onun deli karısından kurtulup kendimize yeni bir yaşam kuracağız!”

Tahammülüm kalmamıştı, ayağa kalkıp bağırmaya başladım.

“Tanrım, bu kadar aptal olmana inanamıyorum! Görmüyor musun, kadının ailesi aşiret. Çok zengin ve çok tehlikeliler. Kıvanç, ne yapıyor? Hiç! Bir mesleği bile yok. Kadınların başını döndüren yakışıklılığı ve ikna yeteneği dışında hiçbir şeyi yok. Ayrıca karısını bırakırsa başına neler geleceğini biliyor. Sen iyi tahsil almış birisin, İpek. Üstelik avukatsın, nasıl anlamazsın!”

Bu defa bana nefretle bakıyordu.

“Senin bana bunları söyleyeceğini biliyordu. Sana karşı beni hep uyardı. Haklıymış işte!”

Hayretle gürültülü bir kahkaha attım.

“Neden uyarmış acaba narsist beyimiz? Merak ettim şimdi.”

“Nazlı yeter artık, inkar etme! Başından beri ona sen aşıktın; ama o beni seçti ve sen…”

“Ne ne ne! Böyle mi dedi sana? Ve sen buna inanıyorsun öyle mi?”

“Hep ondan uzak durmamı istedin, onu hiç sevmedin, ayrıca ona bakışlarını yakaladım…”

“Sen gerçek bir ahmaksın İpek!”


Bunu dedikten sonra eşyalarımı bir çantaya sıkıştırıp evden çıktım. Orada biraz daha kalsaydım, İpek’i pataklayacaktım. Birkaç gün otelde kaldıktan sonra, kendime bir ev tuttum. Evde kalan bazı eşyalarımı almak için gittiğimde, İpek’in de evden ayılmış olduğunu gördüm. Onun için hala çok endişeleniyordum. Ama çok kırgın ve öfkeliydim. Yeni evime taşınıp bir süre birikmiş işlerimle ilgilendikçe kafam dağılmış, olanlardan biraz uzaklaşmıştım ki telefonda İpek’in annesinin telaşlı sesi, beni yine o günlere götürdü.

“Ah kızım, ah! Niye arkadaşına sahip çıkmadın? Oysa siz kardeş gibi büyüdünüz. Benim aptal kızıma engel olmalıydın. Koskoca avukat kız, Şanlı Urfa’ya kuma gitti. Üstelik karnı burnunda! Onu dosdoğru arayamıyorum bile. O şerefsiz adamın karısı, hiç göz açtırmıyor kızıma. Onu görmeme izin vermek şöyle dursun, telefonda sesini bile ayda bir duyuyorum. Yalvarıyorum sana, kurtar kızımı! Yüreğimde hissediyorum, başına iş açacaklar kızın. Kurtar kızımı ne olur Nazlı!”

Telefonu kapattıktan sonra, uzun süre şaşkınlığımı üstümden atamadım. Aşkın bir hastalık olduğuna karar verdim. Arkadaşım hastaydı, bu hastalık onu öldürmeden bir şeyler yapmalıydım. Ofisime çıktım, tanıdığım birkaç yetkili kişiyi aradım. Necla teyzeye söz vermiştim bir kere.



15 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page